Bugün, Evteks ailesi için farklı bir gün yaşandı. Sosyal sorumluluk düşüncesiyle, 23 Nisan için Evteks olarak ne yapabilirizi düşünürken, çocuk esirgeme kurumunu ziyaret etme fikri ortaya çıktı. Önce yetkililerden yazılı olarak izin talebinde bulunduk ve bize ardından 30 Nisan Cumartesi günü verildi. Bütün ekibimiz, sabah 9:00 da Denizli çocuk esirgeme kurumuna hareket ettik. Girişte telefonlarımızı ve görüntü kaydı yapabilecek bütün cihazları bıraktık. İlk izlenim, bahçe peyzajı ve bina girişindeki temizlik içimizi ferahlattı. Galoşlarımızı giyip, 3-6 yaş çocukların bulunduğu kreş odasına girince, minikleri televizyon başında çizgi film izlerken bulduk. Ben hemen halının üzerinde oturan çocukların arasına sokuldum ve ardından 1-2 tanesi üzerime atladı, bana sarıldılar, yanaklarımı sıktılar, saçımı çekiştirdiler. Acaba gerçekmiyim diye mi kontrol ediyorlardı acaba ? Diğer arkadaşlarım ne yapacaklarını bilmeden beni merakla izliyorlardı. Sonra Senem elindeki torbada getirdiğimiz hediyeleri ortaya çıkartınca, birden ilgi benim üzerimden çikolata, balon ve totolara yöneldi. Kahvaltı üzerine getirmiş olduğumuz çikolatalar, benim ilk baştaki ratingimi gölgede bıraktı 🙂 Ellerinde çikolataları mıncıklayıp yiyenler, çikolata ambalajlarını açamayıp bize açtıranlar, ardından sürpriz yumartanın çikolataları yedikten sonra içinden çıkan sürpriz oyuncak yumurtasını açtırmaya çalışanlar, derken ortalık curcunaya döndü. Sürpriz yumurtanın içinden çıkan oyuncakları bir araya getiremeyen çocukların yardımına, bizim 14 kişilik kadromuz anca yetti diyebilirim. Uzun yıllardır bu oyuncakları bir araya getirmekle uğraşmadım ve çizimli talimatnameyide çok zor anladığımı itiraf etmeliyim. 10-15 dakikada zar zor çözebildiğimiz oyuncakların montajı tamamlandıktan sonrada, ortaya çıkan ilgi çekici oyuncaklar, çocuklar arasında tatlı bir çekişmeye neden oldu. Bir çocuk sol dizimde, diğeri sağ dizimde, bir diğeri sorular soruyor, henüz net ve tane tane konuşamayan minikleri bir taraftan anlamaya çalışıyordum. Adının Hatice olduğunu öğrendiğim minik bir kız, yaşını sorduğumda, “Ama annem ve babam benim kaç yaşında olduğumu söylemediler ki” deyince, içimin burkulduğunu hissettim. 3.5-4 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim Hatice ye, “sen ablasın 4 yaşındasın” deyince gururlandı. Bu arada diğer arkadaşlarım hepsinin kucağında bir tatlı yumurcak, balonların arkasından koşturanlar, sarılıp sonra da ablalarının abilerinin saçlarını çekiştirenler derken, ayrılık vakti çabucak geliverdi. Görevli ablalara (kendilerine çocuklar ….. anne diyorlardı), getirmiş olduğumuz çikolataların ortaya çıkardığı manzaranın verdiği mahçubiyetle, ortalığı biraz toparlamaya çalıştık, ancak görevli genç bayanlar son derece nazik ve sevecen şekilde, belli ki bu durumlara alışıklar, bizlere yardımcı olup, durumu dert etmememizi salık verdiler. Minikler için kesinlikle farklı bir sabah olduğu aşikardı ve bir daha tekrar gelin diyerek bizi uğurladılar.
Getirdiğimiz hediyeler vs. bunların önemli olmadığını, çocukların asıl şefkat ve sevgiye ihtiyaç duydukları, onlara sarılmanın ve yanaklarını öpmenin, başlarını okşamanın, dünyanın en değerli hediyesi olduğunu gördük. Dünyanın satın alınamayacak en değerli değerinin, bir şefkatli dokunuş ve yanağa minik bir öpücüğün anlamını bir daha taa derinden hissettik. Allah insanı, insan şefkatinden yoksun bırakmasın.