Küçük yaşlarda evrende ve toplumdaki yerimizi sorgulamaya başlarız. Fiziksel dönüşümünü inanılmaz bir hızla gerçekleştiren minik bedenler, varoluş sebebini ve özellikle zamanı kavramakta anlamakta çok güçlük çeker. Böyle bir ruh haliye, on yaşlarımda anneme sormuştum; “Anne sen 45 yaşındasın, çok uzun bir ömür geride bıraktın. Bu çok uzun değil miydi gerçekten senin için ?”
Rahmetli annemin cevabı “Oğlum, senin yaşındayken ben köyümde ağaçlara tırmanırdım ve bunu daha dün gibiymiş gibi hatırlıyorum” demişti. Bu da benim için zaman kavramının ne kadar göreceli olduğuna dair ilk deneyimim oldu diyebilirim.
Yaşamımın ilerleyen kısmında zamanın nasıl giderek hızlandığını biraz daha kavrar oldum. Bugün ise annem ile diyaloğumun geçtiği yaştayım ve o an benim için, renkleri, kokusu ve dokusuyla halen dün gibi. Zamana ilişkin ilk deneyimlerimin biri de, daha sıkça filmlerde duyduğumuz “Hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçti”
Yaşam gerçekten bir film şeridi kadar kısa, ancak algılarımız o kadar yavaşlatılmış ki, ne sonu ne de sonsuzluğu kavrayabilecek gerçekçiliğe sahip Bu alana reklam vermek için tıklayınız değil. Beden büyük hızla eskiyor, fakat ruhun hep aynı tazelikte kaldığını yıllar geçtikçe daha berrak şekilde algılıyoruz. Bir de “fantom ağrısı” denen bir olay var.
Kaybetmiş olduğunuz bir uzvunuzu, sanki halen yerindeymiş gibi algılıyorsunuz ve o uzvunuz ağrımaya, kaşınmaya devam ediyor. Bedenin yaşlanmasına ilişkinde böyle bir “fantom” algımız var ve bu hepimizi yanıltıyor. Bu nedenle bedenimize yaşına göre hürmet etmemiz gerekir. Neden böyle bir konuya girdim?
Açıkçası zaman, hepimizin sıkça gözden kaçırdığı bir konu. Zamanı doğru algılamak ve iyi yönetmek kolay iş değil. Bu işi öğrenemezsek, “Hayali” algılarımız bizi istediğimiz yere götürürken, vardığımız yerde o “hayali” bulamama ihtimali bir hayli yüksek oluyor. Hedefleriniz ve hayallerinizin size herdaim yakın kalması dileğiyle.