İçinizi sıktığım için şimdiden özür dilerim. Dünya da dakikada 250 bebek doğuyor ve 105 kişi ölüyor. Bunlardan biri akrabamız ya da bir tanıdığımız olabilir. Doğum kadar ölüm, birlikte yaşamaya alışmamız gereken bir gerçek.
Allah gecinden versin, illa ki ölümün yakınlarımıza uğradığı durumlar yaşamışızdır. Ateş düştüğü yeri yakar. Ne zaman ölüm en yakınınızdan birine uğrarsa, işte o zaman kaybedilenle birlikte ölümün acısını hissederiz.
Nereden böyle bir yazı icap etti diye soracaksınız. Ben anne ve babamı çok uzun yıllar önce kaybettim, bu nedenle ölüm benden epey bir uzaklaştı. Yakın çevremde ölüme yaklaşan arkadaşlarımın yakınlarının olması ve onların bu durumları ile empati yapmam sonucunda bu gerçeği tekrar farklı açılardan düşünme fırsatı buldum.
Bu kez bende şöyle bir düşünce oluştu; Ölüm süreci, doğumla birlikte başlıyor. Ölüm beklentisi, genel kanı itibariyle yaş ile orantılı. Yaşlanınca bir gün öleceğiz diyoruz. Ölümlere bakacak olursak, birçoğunda doktorun “öleceksin” demesi sonrasında ölüyoruz. Ancak ölüm, az önce bahsettiğim gibi, doğumla başlayan bir süreç. Doktor öleceksin dediği için ölmüyoruz, sadece artık gitme vaktin geldi dediği için gidiyoruz. Doğum itibariyle, bilincimiz geliştikçe, yaşamı ve ölümü idrak etmeye başlıyoruz. İdrak edemediğimiz, doğumdan ölüme giden süreçte bu yolu nasıl katedeceğimiz. Zamanı ne kadar doğru değerlendirdik ve bu yolculukta ruhumuza şekil veren bedenimize ne kadar iyi baktık. Sona doğru yaklaştığımızda bunların tamamının bir anlam ifade edeceği inancındayım. Buna en iyi cevabı, yine kendimiz zaman yaklaşınca bulacağız. Kuşkusuz ki, o anda hiçbirimiz geçmişe baktığımızda keşkelerle dolu bir muhasebe içine girmek istemeyiz.
Sağlıklı bir yaşam dileğimle…
İsa DAL
9 Şubat 2016
Denizli